Ankilozan Spondilit

Ankilozan Spondilit ve Fasyal Ağların İlişkisi

Ankilozan Spondilit

Spondiloartropatiler, klasik tarif içerisinde, omurgayı içine alarak inflamasyonla seyreden bir BAĞ DOKU hastalığı olarak ifade edilmektedir. Bu hastalık grubunun en çok bilinen temsilcisi, bizim yakından ilgilendiğimiz Ankilozan Spondilit ve öncüsü olan Sakroileittir.

Ankilozan Spondilitte Fasyal Ağlar – Hücre Çatısı: Hücrelerarası Matriks

Ankilozan Spondilit kelimesini açarak anlamaya çalışırsak;

Ankiloz iki omurganın aradaki açıklıklarını kapatarak birleşmeye doğru gitmesi, sonuçta hareket etmeyen TEK kemiğe dönüşmesidir, yani omurgaların füzyonudur.

Spondiloz ise kemikte kireçlenmenin olmasını ifade etmektedir.

Bu hastalıklar romatizmal hastalıklar grubunda inceleniyor olsa da, bu durumun her zaman 2+2=4 katiyetinde olmayacağını artık anlamamız gerekiyor.

Sonuç Şudur

inflame olmuş bir sakroiliak eklem, dejenerasyona doğru giden eklem yüzey kıkırdakları ve İZLE-GÖR politikasının neticesi olarak geçen yıllar.

Artık dejenerasyon boyun seviyesine kadar gelmiştir, sonuç olarak omurga ve bileşenleri beynin komutlarına reaksiyon veremeyecek haldedirler. Hastaya ise kaynamış, kireçlenmiş, hareket etmeyen eklemler MİRAS kalmıştır.

Bunların hepsi MALUMU İLAMdan ibarettir. Yani bilineni tekrar etmektir. Ancak üstlendiğimiz vazife yalnızca bu değildir. Bu yüzden klasik söylemleri sizlerin araştırmasına bırakıyoruz. Şimdi ise Ankilozan Spondilit sahibinin nereden bozguna uğradığını araştırmaya devam edelim. Bakalım kale nereden yıkılmıştır.

Tekrar tanımı toparlarsak Ankilozan spondilit kasların, ligament (bağ), tendon (kiriş), omurga kemiklerinin, çene, kaburga ve iç organların inflamasyona, dejenerasyona uğramasıdır. Yani kısaca varacağı nokta bağ /fibröz doku fizyolojisinin bozulmasıdır.

Peki nedir bu Fasya-fibröz doku?

Fasyal Ağ

İnsanın ayakta dik durması ve yürüyebilmesi için birçok parametre ve hassas hesaplara ihtiyacı vardır. İnsanın organlarını neye benzetebilirsin diye bir soru yöneltelim. Kalbim bir pompa, akciğerlerim körük, böbreklerim filtre, kıkırdaklarım silikon, sinirler kablo, beynim bir bilgisayar ve bunların hepsini bir arada tutan madde de tutkal/yapıştırıcı gibidir, diyeceğinizi tahmin etmek zor olmayacaktır kanaatimce.  Bedeni makinalara benzetmek her halde bu sanayi çağının bilinç altımızda oluşturduğu programlamanın eseri olsa gerek. Ne de olsa makinalar bizlere bakılarak yapılmıştır. İnsan için yapılmışlardı ancak gelinen noktada insan onların ayakta kalması ve geliştirilebilmesi için yaşatılmaktadır. Makinaların kölesi olduk.

Ve İnsan Bedenini Hazır Bulmuş Onu“Yumuşak Bir Makine “Olarak Görmeye Başladı…

Sanayileşme ve makineleşme her alanı içine aldığı gibi sağlık alanını da yuttu. Elbette bu gidişattan Tıp Sanayisi de geri kalamazdı.

Anatomi derslerinden hatırlamaktayım: femur, trapezius kası, aşil tendonu vb. Verilen kadavrayı lime lime ederdik de sonra toplayamazdık. Her halde bu tarz bir öğreti telefon parçalarını toplama eğitiminden esinlenmişti. Elbette ki bir konu örneklerle akla sunulmalıdır ki, kabule daha yatkın hale gelsin. İşte bize konuyu anlatanlar, örnekleri o kadar çok ön plana taşıdılar ki asıl konu ayrıntı ölçeğinde kalakaldı.

İnsan Bu Değildir…

Cildinizin altında saklı, her an değişen dünya, hayal ettiğimiz gibi bir parça/kablo dükkânı değildir. İnsanı illa bir şeye benzetmek isterseniz onu bir çiçeğe benzetin. Çiçek, toprak-maden-element-vitamin-su birleşenlerinden oluşan tohumdan yani tek bir hücreden meydana gelmektedir.

Suyla yoğrulup TOPRAK’tan baş kaldıran insan bedeni tekrar toprağa dönene kadar ayakta kalmak zorundadır.

İnsanda öyle değil midir? İğne ucu boyutundaki döllenmiş yumurtadan (ovum) yetiştiriyoruz “insan çiçeğini”. Bu tohum, uygun besinler verildiğinde enerjisi hiç bitmeyen bir çocuğa ve sonrasında TÜKENMEK üzere olan yetişkine dönüşmektedir.

40 trilyon hücresini ayakta tutabilmek için insan bedeni fasyal ağlarla çevrilidir

Fasya; kemik-kas-organ-beyin gibi makro yapıları ve de tüm hücreleri ayrı-ayrı sıkıca sardıktan sonra hepsini bir arada tutan bağ doku elemanlarından oluşan bir ağdır.

Fasyal bağlarımız, her hareketimizi karşılamak için hiç kesintiye uğramadan ve hayranlık uyandıracak şekilde ayarları sürekli değişime uğrayan bir tür yağlı/yapışkan kumaştır.

Tüm vücut hiç kesintiye uğramayan bir fasya tabakası ile örtülmüş durumdadır.

Bu kurulan ağ içerisinde CAN dolaşmaktadır. Dokuların canı gittiğinde doku hastalanmaktadır. Ankilozan Spondilitte, bağ doku elemanlarında giden işte bu candır.

Bu fasya ve kasların birlikte oluşturduğu dayanışma ve haberleşme ağlarını yeni anlamaya başlamış olsak da bunlar ilk canlıdan beri var olan bir askı mekanizmasıdır.

Fasya Ağ Bir İskele Sistemidir

İnsan bedeninde hücre dışı ortamda, yerçekimi stresini emme, yüklendiği yüke karşı koyabilme, vücudun sabitlenebilme mekanizması ve esneme sınırlarının ayarlanması gibi enformasyonlar bağ doku liflerinden örülü fasyal halatlar boyunca iletilerek bedenin fiziksel streslere karşı duruşunu ayarlaması sağlarlar.

Kaslar, klasik biyomekanik teori kapsamında, tendon denen kirişler ile kemiklere yani ‘makinanın’ diğer parçalarına bağlayıp boylarını kısaltıp uzatarak kemikleri birbirine yaklaştırıp uzaklaştırıyorlar. Aynı öğreti çerçevesinde ligamentler de (bağlar) kemiklere tutunmuş ve kemikleri birbirine bağlamaktadırlar.

Bu Anatomik Terimler ve İma Edilen Ayrımlar Doğru Mudur?

Kaslarımız, bilinenin aksine kemiklere bağlanmamıştır, fasyal ağ içerisine gömülmüş birer işçidir. Yaptıkları iş sonucunda da sabit ve dinamik yapıları etkilemektedirler ve onlardan geri bildirim alarak etkilenmektedirler.

Ligamentler hakkında  da bildiğimiz gerçekte doğru değilmiş, çünkü bu ligamentler de kemiklere tutunmamaktadırlar. Ligamentler kemiklere kollajen iplikleri (bağ doku elemanı) ile bağlanan Periost (kemikleri örten ince zar şeklinde bir bağ dokusu katmanıdır. Kemikleri korumaktadır ve hücre yenilenmesinde görev almaktadır) denen iki katmanlı bir tabaka içine gömülmüş durumdadır ve kas-fasya tabakaları arasına karışarak beden iskelesine girift olmaktadırlar.

Uzun Lafın Kısası. Bir yerlere monte edilmediniz, parçalarınız birbirine yapıştırılmadı. Tüm birleşenleriniz ortak bir tutkal içerisinde birlikte büyüdü. Bu tutkal sizin bağ dokunuzdur.

Kompansasyon Mekanizmasının En Parlak Temsilcisidir Fasyal Ağ Sistemimiz

Tüm bedeni bir askı, çoklu cep sistemi, bir şeyleri koymak için çok amaçlı raf sistemi gibi sarar bu zar/bağ doku katmanları. Bu mükemmel destek ve iletişim ağı kuşkusuz ki kaslara da binen yükün bir tek birimi zorlamaması için kuzey-güney-doğu-batı ekseninde görev-gerilim dağıtımı sağlamaktadır. Kompansasyon mekanizmasının en parlak temsilcisidir fasyal ağ sistemimiz.

Örneğin; Triseps kasınız fasya kumaşı-örtüsü ile komşu kaslara hem omuz, hem de dirseğin derinliklerine bağlanarak kaybolmaktadır. Triseps kasınızı aktive ettiğinizde sadece göğüs pektoral ve karın kaslarınız devreye girmekle kalmayacaktır. Tüm vücut yapılarının TEPEDEN TIRNAĞA YEKVÜCUT olarak nasıl bir davranış içerisine girdiğini kendinizde çok kolay bir şekilde tecrübe edebilirsiniz.

Girintileri ve Çıkıntılarıyla Bütün Noktalar

Biz kemiği üstündeki bütün noktaları, girintileri ve çıkıntılarıyla birlikte öğrendik. Kasın bir kemikten diğerine tutunan ve tek görevinin sadece bu “odun parçalarını” birbirine yaklaştırıp uzaklaştırmak olduğunu kavradık. Ligamentleri isimlerini ezberleyip geçme haricinde herhangi bir sportif eğitim programı kapsamında ele almadık, bunların gelişimi için bir tek cihaz bile tasarlamadık.

İşte bu parçalara ayırarak öğrenme halimiz bize kas ile fasya arasındaki bağlantılara bakmayı öğretmedi. Kasın komşuluğundaki zarların (fasya) veya yapıların kendilerini iterek-sıkıştırarak nasıl bir etki-tepki doğuracağına atfı nazar etmedik. Bağ ile kemik arasındaki periost katmanını öğrenme ihtiyacını ve gerekliliğini hiç hissetmedik. O tür sorular zihnmizde oluşmadı. Bütünü anlamak için küçük, daha küçük, daha da küçük parçalara ayırarak incelemeye devam ettik, galiba hale aynı yoldayız. “BÜTÜN” için yola çıktık ayrıntıda dağıldık.

Ayşe Teyze Tedavide!

Ayşe teyzenin tüm organlarıyla ayrı ayrı ilgilenmeyi bilip te onu bir bütün olarak tedavi etmeyi unutan anlayış ta aynı düşünce tarzından doğmuş olmasın?

Aklımızı, irademizi bu istikamette kullandık diye bedenimizde icra edilen yaratılış sanatının bizimle fikir birliğinde olacağını zannediyoruz? Omuzumuz ağrıdığında bunun yerel bir problem olabileceğinin yanında, diz veya mide probleminden kaynaklanabileceği anlayışına doğru yaklaşma vaktimiz artık gelmedi mi?

Bir duvara doğru koşup onunla çarpıştığınızda veya ona bir tekme attığınızda nasıl sonuçlar doğabileceğini ön görebilirsiniz. Duvarın statik esneme payını, yıkılıp yıkılmayacağını  ve titreşimini hesap edebiliriz. Ancak aynı deneyimi bir BENGAL KAPLANI ile test etmek istediğinizde ön göremeyeceğiniz birçok parametre olacağını herhalde kestirebilirsiniz.

Kalça Biyomekaniğinin Nasıl Etkileneceğini de Anlamaya Başlarız.

Kemik, kas ve bağları ayrı ayrı mekanik açıdan ele almanız ile bunları can-ruh-duygu taşıyan bir insan biyomekaniğini içinde kıyas etmenizde de benzer bir durum söz konusudur. Bu metaforik anlatımı anlamaya başladıysak, gergin-sinirli olan bir insanın ağız içindeki pterigoid kasın kasılması ile birlikte kalça biyomekaniğinin nasıl etkileneceğini de anlamaya başlarız.

Peki, ‘her şey bir bütünde birleşmiştir’ demek klinik kazanım olarak ne ifade eder? TEORİK olarak anlam ifade etse de PRATİK olarak çözüm için ışık tutamayacaktır. Her şeyi bir bütünde pratik olarak da birleştirmeği öğrenmemiz gerekir.

Bel ağrısı ile gelen hastada bel fıtığı tespit edemediğimizde teşhis olarak miyofasyal sendrom deyip geçmeyi sıklıkla alışkanlık haline getirmişiz. Ancak, miyofasya veya fasya ile neyi kast ettiğimizi çoğunlukla bilmeyiz.

Bölgesel Miyofasyal Bağlantı

Kas ve fasya tedavi uygulamalar, çoğunlukla yaklaşım izole olarak sorunlu kasa veya kısıtlı olarak bölgesel miyofasyal bağlantıya odaklanmaktadır. Bu durumda ise tespit edilen sorunun neyin başlangıcı, neyin sonucu olduğu çoğunlukla göz ardı edilir.

Osteopati ve Kinezyoloji bakışı ile fasyal bütünlük içerisinde hastalıklara klinik yaklaşım, giderek yükselen bir norm olmaya başlamıştır.

Her An Değişiyoruz

Bu değişim kurallarına bağ dokumuz da uymak zorundadır. Peki, bu kesintisiz değişim ve hareket haline rağmen sert fiziksel strüktürel yapımızı tutarlı olarak nasıl yönetiyoruz?

Makro ve mikro evren aynı kurallara tabidir. Her insan bir bireydir, ancak insanın sosyal yaşamını idame ettirebilmesi için başka insana ihtiyacı vardır. Aynı durum hücreler arasında da hakimdir. Her hücre özerk bir yapıya sahiptir, fizyolojik olarak hepsi birbirine temas etmeden yaşarlar, ancak hepsi bir arada tutunarak yaşatılmaktadır.

İnsan hayatı bir tek yumurtanın döllenmesi ile başlamaktadır. Bu uyarım sonucu gelişen kök hücreden farklılaşarak diğer doku hücreleri de oluşmaya başlar. Yani tüm hücreler tabiri yerindeyse aynı ana babadan gelişir, hepsinin menşei aynıdır.

Dört Temel Hücre

Bedenimizde dört temel hücre çeşidinden bahsedebiliriz: sinir hücresi, kas hücresi, epitel hücresi ve bağ dokusu hücresi.

Dolayısıyla bu ortak çıkış noktası BÜTÜN hücrelere BÜTÜN görevleri yapma yeteneği kazandırmıştır. Ancak bütün özellikleri taşımakla birlikte her hücrede bir yetenek ayrıca öne çıkmıştır. Örneğin kas hücreleri kasılmanın ana aktörü iken bu özellik değişik oranlarda diğer hücrelerde de görülmektedir. Bu kasılma özelliğini, yüzeylerin kaplanmasında ana görevli olan epitel hücresi de gösterebiliyor. Epitel hücresi, yüzeyleri örter, yüzeylerden emilim sağlar, bir kısım enzim/hormonların salgılarında öne çıkar, bütün bu esas görevlerin yanında zayıf bir kasılma karakteristiği de ortaya koyar. Bütün hücreler elektriksel akım üretim ve aktarılmasında yetenekleri olmasına rağmen bu özellik sinir hücrelerinin hakimiyetindedir.

Bağ Dokusu Hücreleri – Ankilozan Spondilit

Ve konumuz olan bağ dokusu hücreleri. Diğer hücrelerin özelliği olan kasılma ve iletim, bağ dokusu hücrelerinde de vardır. Ancak, esas görevleri bütün diğer hücrelere ev sahipliği yapmaktır. Hücre aralarına (interselüler aralık) destek malzemesi salgılamaktadır. Bu salgıladıkları ürünler kemiklerimizi, ligamentleri, kirişleri, eklemleri, fasyal bütünlüğü oluşturmak için birleşirler. Yani bağ doku hücrelerimiz diğer hepsi için yapı malzemesi sağlamaktadır. Daha doğrusu ayrı ayrı olan parçaları bir arada tutan, esnek malzemeler üretirler.

Fasyal ağlarımızın desteği olmazsa bedendeki su-mineral-elementler katman-katman seviyesini koruyamazlar. Hepsi yer çekiminin etkisi ile yere doğru çekilir. Beyin bir jöle gibi kafa tasının tabanında göllenir. Hücre ara bölmeleri olmadan batın alt döşemesi sıvı hale dönen organlar yüzünden göle döner. Gerçi ara bölmelerin olmadığı durumda batın alt döşemesi de olur muydu?

Bu durum benzer bir şekilde meyve ve bitkilerde de cereyan etmektedir. Tek farkla, insan bedeninde, bitkilerdeki sert selüloz yerine esnek kollajen lifler kullanılmıştır.

Bağ Doku Üretimini Biraz Yakından Görelim:

Ekstraselüler Matriks (ESM) Nedir?

Dokularımız; Hücre, Hücreler arası madde ve Doku sıvılarından oluşmaktadır.

Hücrelerimiz damarlardan göreceli olarak uzakta bulunmaktadır. Hava, su, gıdalardan elde edilen besinler damarlarla kristaloidler, çözünmüş gıdalar, oksijenli sıvı, özetle kan filtratı şeklinde dokulara kadar getirilir. Dokulara kadar getirilen besinler, kapiller damar sistemi duvarından hücreler arası alana geçirilir ve doku sıvına katılır. Doku sıvısından kasıt hücre dışı ve hücre içi sıvılardır. Yani ekstraselüler ve intraselüler sıvılar.

Hücre dışı matriks (ESM), bağ doku zeminine yerleşmiş hücre dışı sert ve sulu yapı/destek maddelerin genel toplamıdı. Bağ dokusu, bir iskele gibi üzerinde hücre ve hücreler arası maddeyi (ESM) barındırmaktadır. ESM’nin tüm bedende kesintisiz bir şekilde bağlı olması en uzak noktalara kadar enformasyon ve iletim kazanımları da sunmaktadır.

Hücre dışı matriksin görevleri nelerdir?

Ekstraselüler Matriks, hücreler arasını dolduran, dokuların sınırlarını belirleyen ve hücreye fiziksel-kimyasal destek sağlayan bir yapıdır.

Temas halinde olduğu hücrenin farklılaşması, fiziksel gelişimi, çoğalması ve göçü için gereken ortamı sağlamaktadır. Bu görevlerinin icrası için yoğun bir şekilde büyüme faktörleri içermektedir.

Ankilozan Spondilit Hücre Dışı Matris

Ankilozan Spondilit – Hücre Dışı Matriks

Fasyal Ağlar Üzerine Etkiler – Ankilozan Spondilit

Su ve minerallerin destek hat olarak depolanmasında görev almaktadır. Fasyal ağlar üzerine uygulanan itme ve çekme kuvvetlerinin oluşturduğu etkiler bedende sıvıların akması için bir akım yönü oluşturacaktır. Bu durum vücuttaki sıvıların yönlendirilmesine ve organize edilmesine olanak sağlar. Sadece bu bilgi bile, osteopat, manuel ve kinetik terapi uzmanlarının uyguladığı fasyal tekniklerle hücre dışı matriksin ayarında nasıl bir yaşamsal etki oluşturabileceğinin temel göstergesidir. Tıpkı içine su koyduğumuz naylon örtünün bir kenarını kaldırdığımızda sıvının diğer tarafa akması gibi, geliştirilen tekniklerle bedende inflame, ödemli, iskemik bölgelerle çok rahatlıkla oynayabiliriz.

ESM bedende tepeden tırnağa gerilim/basınç değişikliklerini eksiltmeden iletimini sağlamaktadır ve bunun için biyoelektriksel stimuluslar üretmektedir. Bu iletim sinir sistemi harici alternatif perinöral (nöron çevresi) yolaktır. Bu görev için yapısında kollajen ve birçok proteinin sıvı-kristal iletime elverişli liflerini barındırmaktadır.

ESM, Hücrelerin Hayatta Kalmasını Sağlayan Üç Boyutlu Canlı Bir Yapı Olarak Kabul Edilmektedir.

Hücre Dışı Matriksin İçeriği Nedir?

Hücreleri bir zırh gibi koruyan Hücre dışı matriksi iki ana biyomoleküler birleşenden oluşmaktadır Amorf (Şekilsiz) ve Fibröz (Şekilli):

  1. Fibröz Matriks (Şekilli): Dayanıklı, Suda çözünmeyen (hidrofobik) protein liflerinden oluşmaktadır.
  2. Temel Madde (Şekilli): Tutkal görevi üstlenen suda çözünen (hidrofilik) visköz maddelerden oluşmaktadır.

Bu yapısal malzemelerle hücreler arası süreklilik spektrumu oluşturulmakta ve hücrelere yapısal olarak aktif maddeler servis edilmektedir.

Hücreler arasını dolduran bu yapının malzeme tedarikçileri, bizzat temas halinde olduğu hücreler ve ESM’nin kendisinin de var olması için zemin olarak kullandığı bağ doku sathıdır.

Fibröz Matriks Birleşeni ve Görevleri

Yapı/karkas oluşturmak için bağ dokunun hücreler arası boşluğa saldığı fibröz (sert) proteinler olan Elastin, Retikülin, Kollajen lifleridir.

Hücreler arası boşluktaki maddelerin hem birbirine hem beslemekte oldukları hücreye tutunmasını artıran bağ doku tarafından üretilen fibröz matriks, Fibronektin, Laminin, İntegrin gibi yapıştırıcı glikoproteinlerden oluşmaktadır.

Kollajen, elastin, proteoglikan, integrin ve fibronektin gibi ESM elemanları

Temel Madde

Birleşenleri:

  • Glikozaminogliakanlar (GAG): (kondroitin sülfat,hyalüronik sülfat vb. )
  • Proteoglikanlar (Protein bir gövdeye bağlanmış GAG’dır)

Görevleri:

Destek-Direnç. EKLEM BÖLGESİNDEKİ GAG’lar kayganlığı sağlarlar. Bir GAG olan hyalüronik asit romatizmal hastalıklarda tavsiye edilen bir takviye gıdadır.

Bağ dokusunda, çoğunlukla asidik glikozaminoglikanlardan oluşan yarı sıvı birleşim içine fibröz matriksin lifli proteinlerini gömerek jelatinimsi ve sulu bir madde oluştururlar. Bu su dolu, şekilsiz jel tabaka hücreler arasını doldurmaktadır.

Hücreler arası boşluktaki bu temel madde yeteri kadar suya doyduğunda dokuların ihtiyacı olan metabolik ürünlerin dağıtımını aksatmadan yapabilmektedirler.

Bağışıklık Sistemi Bariyeri

Temel maddedeki proteoglikanların (glikozaminoglikanlar) yeteri kadar hidrasyonu (suya doyması) sağlandığında patojen bakterilerin yayılmasına karşı çok dirençli bağışıklık sistemi bariyeri oluşturmaktadırlar.

Bağ doku hücreleri olan fibroblast ve mast hücreleri tarafından üretilen bu temel madde olan proteoglikanlar damla-damla trilyonlarca hücreyi bir arada durmasına yardımcı olmaktadır.

Hücrelerin fizyolojik yaşamları için gerekli metabolik madde alışverişlerini sağlamak için hiç kesintiye uğramamaktadır.

Yapıştırıcı Sert Protein Lifleri ile Birlikte Tutkal Gibi Hücreleri Tutarlar

İç-dış uyaranlardan etkilenmeye açık, çok değişken özelliktedir. Vücudun aktif hareket eden kısımlarında, hızlanmış reaksiyonlara uyum sağlayabilmek için temel madde sürekli değişim göstermektedir.

Ekstraselüler matriks jelinin bir kısım protein (integrin) yapıtaşları vasıtasıyla hücre zarlarından hücre içine akarak hücre içi matriksi ve ardından çekirdek içi matriksi ile bağlantı halindedir.

Bedene uygulanan çekme itme mekanik güçleri hücreler arası yapıya etkisi tıpkı gevşek örülü bir kazağı bir ucundan çekmeye benzer. Sol ayak bileğinden gelen baskı sağ kalça çevresi fasyal ağları gerecektir. Hücre dışı ortamdaki gerginlikler son bulmadığı taktirde çekirdek içindeki DNA iplikçiklerin de bası/çekme gibi fiziksel-kimyasal tazyiklerden etkilenerek strüktürel değişime gitmesi kaçınılmazdır. Bu durum, genetik aktarım şekline devşirilebilir. (Bakınız https://www.drceyhunnuri.com/bag-dokunun-yeniden-bicimlenmesi-remodeling/)

Bu bilgi penceresinden baktığımızda germe/esneme egzersizlerindeki fasyal germelerle hücre çekirdeği içerisindeki DNA ipliklerinin de esnetilerek dengelenmesine olanak sağlayabilirler. Kronik enflamatuar/dejeneratif hastalıklarda fasyal germeyi hedefleyen egzersizlerin ön planda tutulması hücresel yenilenmeyi hızlandıracaktır.

Hücrenin etrafındaki Mekanik Ortam, Genlerinizin Çalışma Şeklini Değiştirebilir.

Hücre Dışı Matriks Her Yerde Aynı Mıdır?

ESM, molekül içeriği bedenin farklı yerlerinde farklılık arz etmektedir ve o dokunun fonksiyonlarının özelliklerine göre görevleri de değişkenlik göstermektedir. Örneğin kemik- kıkırdak hücreler arası destek hattında yoğun bir şekilde pozisyonlanmakta ve bu yapıların fonksiyonlarının devamı için daha kalsifiye (kireçli) formdadır. Tendonlarda ip/urgan gibi daha sağlamdır.

Hücre Dışı Matriks Dengesi Önemlidir.

Bedenimizdeki tüm dolaşım bu lifli ve jelimsi hücreler arası ağlardan geçmek zorundadır.

Dokuların beslenmesini belirleyen iki önemli faktör: Sert Fibröz ağların/matriksin yoğunluğundaki değişim ve Hücre arasını dolduran Temel Maddenin kıvamı/viskositesi.

Maruz kalınan fiziksel itme çekme streslerine karşı bedenin sabitlenmesi için hücre dışı ortamda daha fazla dayanıklı bağ doku iplikleri üretilecektir. Bu durum hücre dışı ortamdaki matriksin sıvı oranının düşmesine neden olacaktır. Sıvı oranlarında düşüş yaşanmaya başlarsa, bütün hücreler arası kesintisiz bir şekilde akması gereken hayati destek hattının fasyal ağ molekülleri arasından geçmesi zorlaşacaktır, hatta engellenecektir. Bu dokuların beslenmesini ve atık uzaklaştırmasını bir o kadar zorlaştıracaktır. Bu durumda sosyal birliktelik ve dayanışma halinde olması gereken hücreler, özelleşmiş olan salgılama-kasılma-iletim görevlerinden vazgeçerek sadece ‘hayatta kalma’ moduna geçeceklerdir. Doğu tıbbı bu fenomene bir isim bile bulmuştur.

Tıkanma Sendromu

Eğer bu hücre dışı matriksin içeriği doku fizyolojisine uygun olmayan hale gelmeye başlarsa destek olduğu hücrenin dejenerasyonu da kaçınılmazdır. Örneğin, eğer sakroiliak eklem (kalça) seviyesinde inflamasyon, kemik ödemi gibi fizyolojik olmayan reaksiyonlar süreğen hale gelirse hücre dışı ortamın fibröz çeşitliliği yoğunlaşarak değişmeye başlayacaktır. Kollajen (özellikle Tip 3) gibi sert fibröz elemanların artışı ile birlikte hareketli olan sakroiliak eklem aralığı kapanarak kemikleşecektir.

Hücre dışı matriks içeriğindeki denge hücre yerleşimini ve bu yerleşimin devam ettirilmesini yakından etkilemektedir. Bu dengenin önemini özellikle Romatoid Artrit, Ankilozan Spondilit gibi kas-iskelet sisteminde tutukluk/donukluk şikayetleri ile gösteren hastalıklarda hissediyoruz. Klinik tabloların progresyon (ilerleme) ve regresyonunda (gerileme) dokuların yeniden şekillenme evrelerinde bu dengenin önemini görmekteyiz.

Doku Mühendisliği

Bu ve benzer hastalıklarda fasyal iskele yapılarının yeniden şekillenmesini hedeflediğimizde matriks dengesini bir kez daha hesaba katmak zorundayız. Tabir yerinde ise ‘doku mühendisliği’ uygulamalarında (prp, kök hücre, prolo, nöroprolo ve diğer biyomalzemelerin kullanıldığı uygulamalar) bu durum önem kazanmaktadır.

Besinlerin hücrelere ulaşmasına ve hücre metabolit/toksinlerinin uzaklaştırılmasına olanak sağlayabilmek için hücreler arası kimyanın akışını serbestleştirmemiz gerekiyor. Bunu sağlamak hareket üzerine kurgulu tedavilerin temel amaçlarındadır. Elbette temel maddenin kıvamını beslenme ve genetik alt yapı yakından ilgilendirmektedir. Ancak travma, yetersiz hareket, fiziksel aşırı yıpranma sonucu çekme ve itme güçlerinden doğan etki ile akışkan fasyal sistem bloke edilecektir. Fasyal zincirlerdeki germe-esnetme protokollerinin uygulanması hücreler arası ortamların tekrar nemlenmesini ve hareketlenmesini artıracaktır.

Ankilozan Spondilit – Hücre Temelli Çalışma

Ankilozan Spondilit gibi dejeneratif inflamatuar hastalıklara yaklaşımda giderek yükselen “yenileyici tıp” konseptlerinde HÜCRE temelli çalışma hedeflenmektedir. Bu yaklaşımda hücre içi ile dışı arasındaki etkileşim ele alınmak zorundadır.

İnsan aslında yapısı itibariyle SU ve TUZ’dur, yani akışkan bir sıvı ve elementlerden oluşmaktadır. Bu akışkan sıvı ve elementlerin tüm beden hücrelerinde konumunu koruyabilmesi için iskele olarak bağ doku ağlarına ihtiyaç vardır. Tıpkı meyvelerin yapısında olduğu gibi.

Siz bir insana dokunduğunuzda, birbiri ile bağlantılı tüm molekülleri ile temas etmiş oluyorsunuz.

Moleküler Etkileşimleri

Tıbben vardığımız noktada organların ve sistemlerin fonksiyonlarını anlamaya çalışmak ve bu çerçevede moleküler etkileşimleri incelemek bizim ana hedefimiz olmuştur. Ancak nasıl şekilleniyoruz, koşulların değişimi ile birlikte strüktürel yapımız yeniden nasıl değişiyor bunu tıp henüz yeterince inceleyememiştir. Bir iç-dış yüklenme karşısında kalça veya diğer eklemlerin yükü emme yetisi ve remodelingi (yeniden biçimlenme) ne şekilde gerçekleşiyor soruları tam olarak sorulmamıştır. Biz ancak iş bittikten sonra ‘tedbir’ almayı benimsemişiz. Tıpkı Ankilozan Spondilit hastasında teşhis koyma aşamasına kadar en az on yıl geçirdiğimiz gibi. Bu süre içerisinde hücre seviyesinde başlayan sapma, eklemlerin, kemiklerin yok olmasına doğru ilerler.

Bu seviden sonra devreye gireriz ve “ARTIK TEDBİR ALMA ZAMANI GELMİŞTİR” deriz. ALABİLİRSEN…

 

İlgili Yazılar